Ana içeriğe atla

SON DÜELLO - ERIC JAGER


KİTAP ADI:

SON DÜELLO

YAZAR:

ERIC JAGER

Genel Bakış

Ünlü Fransız düşünür Montesquieu, yaşadığı döneme damgasını vuran ‘Kanunların Ruhu’ adlı eserinde ‘despotluk’ kavramını anlatırken ‘güçler ayrılığı’ ilkesini övmüştür. Yasama, yürütme ve yargı şeklinde ayırdığı devlet erklerinin bir arada bulunmasını, despotizme giden yolu açtığını düşünerek sakıncalı görmüştür. Birbirlerini dengeleyen bu güçler içerisinde yargının rolü, kanun yapıcıların ve uygulayıcıların devleti meşru hale getiren yasalar çerçevesinde kalmasını sağlaması bağlamında kritik önemdedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de yargının güvenilir olması esastır.

Elbette modern anlamda bağımsız bir yargının oluşması, uzun bir tarihi sürece işaret etmektedir. Türk mahkemeleri “Adalet mülkün temelidir” derken, sözgelimi İtalyan mahkemelerinde “Yasa herkes için eşittir – La legge é uguale per tutti” demekte, ABD’de ise “Tanrıya güveniriz – In God We Trust” yazmaktadır. Sloganları farklı olsa da hepsinin ortak noktası, mahkemeden çıkacak kararın adil olacağına dair garantiler içermektedir.

İster demokratik isterse monarşik bir sistem olsun, her rejimin meşruiyet aradığının unutulmaması gerekmektedir. Bu meşruiyetin kaynağının halktan veya Tanrının kendisinden olduğuyla ilgili tartışma, işlediğimiz konudan bağımsız olarak devam etmektedir. Ortaçağ karanlığında krallar bile yeri geldiğinde parlamentolarına danışmak veya savaşa gitmeden önce asilzadelerin desteklerini aramak zorunda kalmışlardır. Kraliyet ailesinin bu destek arayışları elbette kendi zaferlerine ortak arama çabası olarak değil, olası mağlubiyetlerinin maliyetlerini daha geniş çevrelere paylaştırma güdüsüdür.

Tam da bu noktadan hareketle, bir ülkede alınan kararlar ne kadar tabana iner ve ne kadar büyük kesimlerce desteklenirse, uygulanması ve sonuçları bağlamında o kadar meşru addedilecektir. Demokratik olduğunu iddia eden devletlerin ve hükümetlerin, karar verme süreçlerini maksimum derecede katılımcı hale getirmesi ve iç kontrol aşamalarının, zaman baskısından ari bir şekilde, gerekirse pazarlığa açık olarak ilerlemesi büyük önem arz etmektedir.

Ortaçağ karanlığında bile yargı kararlarının uygulanması konusunda kralın söz hakkının sınırlı olduğu göz önüne alındığında, şeffaf ve modern bir ülkenin mahkeme süreçlerini yönlendirmesi asla kabul edilmeyecektir. Devlet içindeki en etkin iç kontrol mekanizması olan yargının manipüle edilmesi ve yozlaşmasının ‘despotizm’e giden yola döşenen kilometre taşlarından bir tanesi olarak arzu edilmemektedir.

Kitap Hakkında

Amerikalı edebiyat eleştirmeni ve Ortaçağ edebiyatı uzmanı Eric Jager’in bu kitabı, 14.yüzyılın sonunda Fransa’da iki asilzade arasında geçen bir düelloyu neşretmektedir. Fransa Parlamentosu tarafından verilen son düello kararı olması hasebiyle tarihi önemi olan bir konudur. Aynı derebeyine bağlı olup önceleri iki iyi arkadaş olan, ancak daha sonraları rekabet dolayısıyla ezeli düşman haline gelen Jean de Carrouges ile Jacques Le Gris arasındaki düellonun arşiv belgelerine dayanarak anlatıldığı bir tarih kitabıdır. Bu iki eski arkadaştan Carrouges’un, karısına Le Gris tarafından tecavüz edildiğine dair iddiasının düelloya kadar varan hikayesi, Eric Jager’in akıcı diliyle metinleştirilmiştir.

Ortaçağ Fransa’sında haksızlığa uğradığını düşünen bir kişi, davasını yargı makamlarına taşımak istiyorsa, öncelikle bağlı bulundukları derebeyine aktarıp burada kurulan mahkemede hakkını aramak durumundaydı. Dava sonucuna itiraz yolu açık olsa da feodal sistem içerisinde kral tarafından kendisine toprak ve yetki bahşedilen derebeylerin hanedan üzerindeki etkilerine rağmen - ki çoğu zaman kralla kan bağı olan kişilerdi – arzu ettiği karara kavuşabilen kişilerin sayıca kalabalık olmadığı öngörülebilecektir.

Nepotizm ve adam kayırmacılığın had safhada olduğu bu sistemde hakkını aramak, sadece para ve zaman kaybını göze almak demek değil; aynı zamanda kişinin prestijini sıfıra indirmesi, hatta hayatını kaybetmesi ihtimalini göğüslemesini gerektirmekteydi. Keza davadan çıkacak sonuç tazminat ve hapis cezasının yanı sıra idamı da içermektedir.

Davacının ‘düello’ talep edebilmesi ise cinayet, ihanet ve tecavüz suçlamalarından bir tanesi mevzuubahis olursa öncelikle parlamentonun, akabinde de kralın onaylaması ön koşuluna tabi olup ‘adli düello’ olarak anılmaktadır. İçinde bulunduğumuz çağda akıldışı olarak görülse bile olayın geçtiği dönem düşünülürse ‘Tanrının Kararı’nı yansıtması bağlamında saygıdeğer bir konumdaydı.

Öte yandan kitabı, “liberté, égalité, fraternité” yani “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” şeklinde formüle edilen Fransız Devrimi’nin arka planını göstermesi bakımından okumak da mümkündür. Zira soylu bir kişinin bile hakkını araması için ne türden engellerle karşılaşabileceği ve haksız olan birisinin mahkemeyi kontrol edebilmesinin veya ilgili mevkide tanıdığı olmasının çıkacak kararı etkileyebileceği oldukça başarılı bir şekilde betimlenmiştir. Yine ruhban sınıfına mensup birisinin sivil mahkemelerde yargılanamayacağı, bir derebeyin aldı(r)dığı kararın üst merciinin kraliyet olduğu ve kralın da büyük olasılıkla kan bağıyla bağlı olduğu kuzeni veya amcası olduğu düşünüldüğünde kararı bozmayacağı kaçınılmaz olarak öngörülecektir. Davacının, istediği adaleti sağlaması için ise zorunlu olarak kral nezdinde sempatisi olmasına ve dava konusunun önemli konumdaki kişilerin desteğini kazanmasına bağlı olmaktadır. Bunun bile yeterli olmama durumunda ‘ilahi adalet’e güvenilmesi bir çıkar yol gibi görülebilmektedir.

Fransız İhtilali, işte bu ayrıcalıklı sınıfların hukuk ve yönetim sistemi içerisindeki konumlarına itiraz eden bir anlayışa sahiptir. Kanunların, bağlı olduğu sınıflara bakılmaksızın herkes için aynı şekilde uygulanması gerektiği ve kiliseyle mensuplarının sivil mahkemelerden çıkan kararlara karşı sorumlu olmamasına itiraz edilmesi gibi kavramlar, Fransız İhtilali’nin neden bu kadar hızlı bir şekilde tüm Avrupa’ya yayıldığını daha iyi anlatmaktadır.

Sonuç

‘Son Düello’, arşiv belgeleriyle roman tadında yazılmış başarılı bir kitap ve aynı zamanda yine bu isimle film haline getirilmiştir bir yapıttır. Bu eseri, tarihle ilgilenmeyen kişilerin bile ilgiyle okuyabileceği, ayrıntı bilgilerin dahi okuması kolay bir metin haline getirildiği bir kitap olarak tanımlayabilirim. Tamamen tarihi gerçeklerin anlatıldığı eserin kurgu olarak değerlendirilmemesi gerekmektedir.

Hollywood tarafından beyaz perdeye aktarılan film, Kurosawa tarzında çekilmiş ve ünlü aktörlerce canlandırılmıştır. Senaryo kitaba oldukça sadık kalmıştır. Güzel bir hafta sonu deneyimi olarak önce kitabın okunmasını, ardından filmin izlenmesini tavsiye ederim.

Yorumlar

  1. EMEĞİNE SAĞLIK FİLMİNİ İZLİYİCEM.

    YanıtlaSil
  2. Emeğine sağlık üstad

    YanıtlaSil
  3. Teşekkürler kardeşim. Bunu da listeledik. Polonya'dan selam.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEBASTIAN HAFFNER - BİR ALMAN’IN HİKAYESİ

KİTAP ADI: BİR ALMAN’IN HİKAYESİ YAZAR: SEBASTIAN HAFFNER Macar asıllı ünlü düşünür Ervin Laszlo , sosyal değişimi açıklarken geleceğin nasıl şekillenebileceğine dair öngörülerde bulunmuş ve zamanın dairesel, spiral, doğrusal veya kaotik bir şekilde ilerleyebildiğini tartışmıştır. Basitçe ifade etmek gerekirse, Lazslo’nun teorileri tarihin tekerrür mü ettiği, yoksa tekâmül ederek mi ilerlediği sorusuna odaklanır. Bu bağlamda tarih yalnızca geçmişin bir yansıması değil, aynı zamanda geleceğe dair ipuçları sunan dinamik bir süreçtir . Nitekim tarih, helezon biçiminde gelişmekte; geçmişte yaşanan bazı olaylar, benzer koşullarda tekrar etse de her defasında farklı bir biçim alarak ilerlemektedir. Bu bakış açısıyla, geçmiş sadece anlaşılması gereken bir olgu değil, aynı zamanda bugünü kavramak ve geleceğe yön vermek için bir rehber olarak değerlendirilmelidir. Tarihi sadece devletler arasındaki ilişkiler bütünü olmaktan çıkaran mikro tarih anlatımının etkisi üzerinde daha ö...

NUR BABA - YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU

KİTAP ADI: NUR BABA YAZAR: YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU Din, insanın kendi kimliğini belirlemesindeki en önemli unsurlardan bir tanesidir. Bireyin inanç ile ilgili duruşu, ‘ben kimim/neyim?’ sorusuna verilen cevabı tamamladığı için önemlidir. Dinin dogmatik niteliği düşünülürse, kişinin inancını tanımlaması, kimliğin belki de en hassas göstergeleri arasında yer almasına sebebiyet vermektedir. Zira bireyin kendisini bağlı hissettiği din, bireyin hayat tarzını derinden etkilemekte, değiştirilmesi pek tercih edilmemekte veya değiştirildiğinde psikolojik ve sosyal etkisi göz ardı edilemeyecek seviyede olabilmektedir. Aslında bu yazının kaleme alınması Reza Aslan’ın ‘Zelot’ ve Richard Dawkins’in ‘Tanrı Yanılgısı’ eserlerinden sonra tasarlanmış olmasına rağmen, daha ziyade Hıristiyanlık eleştirisi olarak kategorize edilebilecek bu kitapların ardındansa, içinde bulunduğumuz topluma daha içkin olan dine dair bir kitap olan Yakup Kadri’nin ‘Nur Baba’ eserinden sonraya denk getirilmiştir. Nit...

GULAG TAKIMADALARI - ALEXANDER SOLJENITSIN

KİTAP ADI:  GULAG TAKIMADALARI YAZAR: ALEXANDER SOLJENITSIN Kıt kaynakların etkin bir şekilde kullanımı olarak tanımlanan iktisat, hiç şüphesiz toplumsal hayatın merkezinde olan bir kavramdır. Eğitim düzeyi fark etmeksizin her insan, günlük hayatında ‘iktisat etmek’ veya ‘ekonomi yapmak’ gibi terimleri sürekli kullanmaktadır. Ekonomi, sosyolojik ve psikolojik parametreleri etkilediği gibi siyasi hayatta da kendisine sürekli atıf yapılan bir mefhumdur. Demokrasilerde seçimler öncesinde bu minvalde vaatlerde bulunulmasının nedeni budur. Yine vatandaşların da ekonomiyle ilgili vaatlere daha fazla önem vermesi bu şekilde açıklanabilir. Gündelik kullanımı bu denli yaygın olan bir kavram, elbette ki akademik tartışmalara da ilham vermiştir. Adam Smith, Karl Marx, John M. Keynes, David Ricardo gibi günümüzde dahi atıfta bulunulan teorisyenler, hayatı farklı ekonomik perspektiflerden değerlendirmişlerdir. Artı değer, emek değer teorisi, emeğin sömürüsü, görünmez el, karma ekonomi, vb. kavr...