KİTAP ADI:
ÇİLEKLERİN İSYANI
YAZAR:
MASSIMO MONTANARI
Genel
Bakış
Bir bilim olarak tarih, insan faaliyetlerinin sistematik olarak incelenmesi
ve belgelendirilmesini ifade etmektedir. Yer ve zaman kavramlarını belirtmek
suretiyle olaylar arasında objektif bir şekilde neden-sonuç ilişkisi tesis eden
bu bilim dalının gelişimi zaman içinde oldukça farklılık göstermiştir.
Herodot, Thucydides ve Prokopios gibi eski dönem tarih yazıcıları kitaplarını,
anılar ve seyahat gözlemleri şeklinde kaleme alırken muhtemelen kendilerini
tarihçi olarak addetmemişlerdi. Soylu sınıfa mensup, asker veya saray çalışanı
olarak faaliyet gösteren bu yazarların, kitaplarını objektif bir şekilde yazma
gayreti içinde olduğunu da beklememek gerekmektedir. Günümüze kadar gelen bu
eserlerin yazılış amacının, yazarın kendi sosyal prestijini arttırma ve sözünün
dinlendiğine dair olan inancı olduğunu unutmamalıyız.
Savaşta general olan bir kişinin, katıldığı savaşı objektif şekilde yazması
ve olası bir mağlubiyette kendisini suçlu olarak göstermesi beklenemez. Vakanüvis
veya resmi saray tarihçisi olarak görev alan bir kişinin olayları kayda geçirirken
kralını olumsuz bir imajla kaydetmesi akla aykırı gelecektir. Tarihsel süreç
içerisinde gelişen olayları sadece sarayın bakış açısıyla değerlendiren böyle metinlerin,
sözgelimi bir isyan hareketini halkın gözünden açıklamaya gitmesi yakın bir
ihtimal olarak değerlendirilemez. Toplum nezdinde derin yaralar açan
depremlerin devlet kademesinde istatistik ve organizasyon bağlamında açıklaması
bulunabilirken halktaki yansımasını tarihi metinlerden çıkarmak mümkün
olamamaktadır. Yine de bu eserler, tarihe ışık tutması, bilhassa çok az kaynağı
bulunan eski çağ yazarlarının kitapları olması nedeniyle önemli birer başvuru
noktasıdırlar.
Zamanda geriye gidilmesiyle tarihin sadece üst yönetimler, krallar, hanedanlar
ve papalar gibi kişilerin yanı sıra savaşlar, darbeler ve salgınlar gibi
olaylara odaklanarak sınırlı kaldığı görülebilir. Aynı mantıkla, bahsi geçen tarihi
olayların açıklanması sırasında kıyaslamalı bir analize gidilmesi ve
mağlubiyetlerde özeleştiri yapılmasıyla karşılaşılmaz. Eski dönem tarih
yazıcılığı, olayın gerçekleşmesini yorumsuz gazetecilik mantığıyla olduğu gibi
aktarmakta, sadece devlet görüşünü ifade etmekte ve halkın görüşünü
değerlendirmeye almamaktadır. İşte burada ‘mikro tarih’in önemi ortaya çıkmakta
ve başat aktörler haricinde kalan grubun da değerlendirmeye alınması
mevzuubahis olabilmektedir.
Kitap Hakkında
Tarih yazıcılığı, yerleşik hayata geçmiş ve bu kültürü kanıksayarak
sınıflara ayrılan toplumlarda daha fazla gelişmiştir. Arşiv ve kayıt tutma
konusunda hassas olan Batı toplumlarında daha geniş bir spektrumda metinler
oluşturulduğunun ayırdına varmak gerekir. Batılı toplumlarda devletin
kontrolünde olmayan veya özerk alanların daha fazla olması, bu mecralarda
metinler oluşturulmasına ön ayak olmuştur.
Rönesans’tan sonra hümanist (insan
odaklı) bilimlerin gelişmesi ile kilise ve teoloji dışındaki bilime yönelik
ilginin artması burada bir etken olarak görülebilir. Hümanizmanın yaygınlaşması
ile insana dair bilgilerin üretilmesi ve bunların aktarılmasına geçilmiştir ki resimde,
heykelde ve mimaride bu akımın etkileri takip edilebilir. Teoloji dışında kalan
seküler bilim dallarındaki ilerlemeler böylece takip edilebilir.
Diğer taraftan doğu toplumlarında ise tarihsel metinlerin ahlak ve devlet
yönetimi gibi teorik alanlarda yazılması daha sık karşımıza çıkmaktadır.
Nizam-ül Mülk, Sun Tzu, Konfüçyüs, Mevlana ve Yusuf Has Hacib gibi yazarları,
devlet felsefesi alanında kategorilendirmek daha doğru olacaktır. Nefi, Ziya
Paşa ve Neyzen Tevfik gibi derin bir kökeni olan hiciv sanatının üstatları da
eserlerini edebi olarak yazmışlar; ancak tarih yazımına yeltenmemişlerdir.
Yazımızın konusunu teşkil eden ‘Çileklerin İsyanı’, Orta Çağ ve Rönesans
döneminde, özellikle İtalya’daki sofra anlatılarını aktaran ve burada toplumu da
anlatan spesifik bir kitaptır. Orta Çağ İtalya’sındaki yemek menülerin yanı
sıra kullanılan malzemeler ve sunum şekilleri hakkında okuyucuya fikir vermesi
bağlamında farklı ve eğlenceli bir içeriğe sahiptir. Birbiriyle bağlantısız
yirmi iki bölümü bulunan kitapta, yemek kültürü haricinde toplumsal konularda
da bilgiler aktarılmıştır.
Eski dönemlerde, aslında günümüz ekonomik gelişmelerinin işaret ettiği gibi
şimdilerde de, zenginlerin sofralarının değişmezi ‘et’ olmuştur. Zira et hem
kızıştırıcı etkisi olan hem de gücü sembolize eden bir besin kaynağıdır. Bu nedenle
etin yanı sıra baklagiller gibi protein içeren gıdalar ne kadar popülerse
sebzeler o derece ikinci plana itilmiştir. Dana, kuzu, domuz, geyik, tavuk,
balık ve av hayvanlarının etlerinin aynı menüde sunulması bizlere görgüsüzlük
gibi gelebilir ancak Orta Çağ’da bunun normal karşılandığını bilmek gerekir.
Yine bahsi geçen dönemlerde aynı tabakta tatlı ve tuzluyu, ekşi ve acıyı aynı
anda görmek de şaşırtıcı bulunabilir.
Askerlik görevini faal bir şekilde gerçekleştiren şövalyelere sunulan
menünün içeriğinin ne olmaması gerektiğine dair bölüm ile Hristiyan
keşişlerinin et yememe diyetlerinin ne boyutta olduğu gibi konularda bilgi
edinmek sosyal ortamlarınızda sizlere önemli katkılar sunacaktır. Dante gibi
önemli bir şahsiyetin masada nerede oturtulması gerektiği ve bir davetteki
kıyafetin ne kadar önemli olduğuna dair bölüm ise eminim ki ziyadesiyle
ilginizi çekecektir. Sebze yemenin fakirlik sayıldığı, gut hastalığının
zenginler arasında yaygın olduğu Orta Çağ’daki bu sofra anılarının bazılarının
gerçek olmadığını hatırlatmalıyım.
Sonuç
Yemek davetleri, ev sahibinin misafirini etkilemek, ona karşı üstünlüğünü
kanıtlamak veya fikirlerinden faydalanmak için kullandığı organizasyonlardır. Atatürk’ün
önemli bir karar almadan önce sofra sohbetlerinin etkilerini bilmeyenimiz yoktur.
Saatler süren yemek sırasında insanlar görüşlerini daha rahat ifade edebilirler.
Öte yandan şirketler iş bağlantılarını yapmadan önce müşterilerini akşam
yemeğine götürmektedir ve onları etkilemektedirler. İnsan hayatındaki en önemli
kararlardan olan evlilik tekliflerinin bile çoğunlukla romantik ve iyi organize
edilmiş bir akşam yemeğinin arkasından yapıldığını sosyal medya bizlere dikte
etmektedir. Hal böyle olunca yemek organizasyonlarına tarihte ne değer
verildiğini görmek keyifli bir okuma şansı sunmaktadır.
Öte yandan bu kadar farklı spektrumlarda eserler veren Avrupa tarih yazımının zenginliğini takdir ederek - belki de kıskanarak - ‘Çileklerin İsyanı’ kitabının tarihin eğlenceli kısmını da sunduğu için beğeninize sunarım. Seveceğinize dair inancımın tam olduğunu belirterek hafta sonunuzda veya yolculukta iyi bir okuma sağlayacağını garanti edebilirim.
Hocam teşekkürler değerli bilgiler için. Isyan eden çilek de olsa, kafasını erkenden ezmeli, reçel yapmalı vesselam.
YanıtlaSil