KİTAP ADI:
OSMANLI’DA CİNSELLİĞİN SAKLI KIYISI
YAZAR:
CEM DOĞAN
Genel
Bakış
Kadın veya erkek olma halini kromozomlarımızdaki bir farklılık ve biyolojik
bir durum olarak açıklamak gerekir. Fizyolojimizde, genelde üreme organları
dışında, büyük farklar bulunmamakla birlikte bunun psikolojiye etkisi sosyalleşme
sırasında öğretilmektedir. Erkeklerin kas kütlelerinin kadınlara oranla daha
yoğun ve güçlü olmasını, yaratılış dolayısıyla ilahi bir görev dağılımı
şeklinde tercüme etmek hatadan ibarettir. Erkeğin vücut yapısı, kadının evin
içinde kalmasını veya ev dışındaki hayata katılmasının engellenmesini ya da
kısıtlanmasını veyahut erkeğin ev dışında tek egemen olmasını gerekçelendiremez.
Kutsal kitaplarda ilahi anlamda - ölümden sonraki dünya için cennete
girmeye hak kazanma manasında - kadın ile erkek arasında eşitlikçi bir yaklaşım
bulunmaktadır. İnananlar için Tanrı, kullarını cinsiyetlerine göre
ayrıştırmamaktadır. Hal böyle olsa da dünyevi yaşama dini bakışta kadının
aleyhine bazı görüşler ve tutumlar ortaya çıkmıştır. Mümin olmak için dinin tek
kriteri eksiksiz inanç sistemi iken süreç içerisinde erkek egemen bakışla tek
yanlı olarak kadın düşmanı (misogynist) bir bakış açısıyla öncelik erkeklere
verilmiştir. İbrahimi dinlerde kadın (Havva), erkekten (Adem) daha sonra,
erkeğin bir parçasından (kaburga kemiğinden) yaratılmıştır. Yaratıcı tarafından
erkeğe yol arkadaşlığı etmesi için dünyaya getirilen kadın, özellikle Hristiyan
inancında ilk günaha çağrı yapan bağlamında şeytani vasıflara sahip olması
hasebiyle dışlanmıştır.
İlk günahın ortağı ve erkeğin dengi gibi eşitlikçi bakış açılarından, özel
hayata dair olup ev içinde saklanmaya ve korunmaya muhtaç bir obje konumuna
düşürülen “kadın sorunu” tarih boyunca varlığını muhafaza etmiştir. Ortaçağ
boyunca cadılık ve büyücülük gibi sıfatlar atfedilerek yakılan, krallıklar arasında
barışın tesisi için zoraki olarak evlendirilen, başlık parası olarak gelir elde
etmek amacıyla özel mülkiyet gibi değerlendirilip satılan kadınların sosyal
hayattan dışlanması başlamıştır. Veba döneminde kilise tarafından ‘cadılık’ ile
suçlanan kadınların kızıl saçlı olması, vücudunda ben bulunması, güzelliği,
yolda gülümsemesi ve hatta sıklıkla kiliseye gitmesi bile suçlanmak için yeterli
nedenler olarak görülmüştür.
Hatta bir kadının erkek çocuğunun olmaması, gelişen teknolojinin yardımıyla
artık tamamen erkek kaynaklı olduğu bilinmesine rağmen, kendi kusuruymuş gibi
yansıtılmıştır. Herhangi bir afetin, mahallede namus eksikliği - ki bu kadına
has bir tamlamadır - nedeniyle gerçekleştiği iddia edilerek kadını kötülemenin
bir aracı olarak gösterilmiştir.
Kitap Hakkında
Bir doktora tezi olarak yazıldıktan sonra genel okuyucu için gözden
geçirilen bu kitap, son dönem Osmanlı Devleti’nin sosyal yapısı hakkında güzel
bilgiler sunmaktadır. Ülkemizde son çeyrek asır boyunca kutsallık atfedilen 2.
Abdülhamit döneminin pek de bilinmeyen yanları okuyucuya bilimsellikle
sunulmaktadır.
Pragmatist bir politika izlenen bu dönemde, alkol fabrikaları kurularak
vergi gelirleri elde edildiği gibi aynı kurumlaşma fuhuş sektörü için de hayata
geçirilmiştir. İslam dininde günah sayılan alkol ve fuhuş gibi ekonomik değeri
olan faaliyetlerin vergilendirilmesi, hükümdarı ‘halife’ unvanı taşıyan bir
devlet için ciddi bir adım olarak görülmelidir. ‘Osmanlı’da Cinselliğin Saklı
Kıyısı’, bu süreci ve gerekçelerini oldukça başarılı bir şekilde anlatmıştır.
Ekonomik bir davranış olarak cinselliğin yukarıda belirtildiği gibi
vergilendirilmesinin, sadece elde edilen gelirden pay iddia edilmesi şeklinde
lanse edilmesi eksik kalacaktır. Zira kontrolsüz bir şekilde yapılan cinsel
davranışın, frengi ve bel soğukluğu gibi başka hastalıkların bulaştırılmasına
neden olması dolayısıyla ücretlendirilmesi de mevzuubahistir. Bu hastalıkların
tedavi edilmesi dolayısıyla hastane yükünün artmasının bu sektöre
yansıtılmasının doğal olduğu mutlaktır. Hastaneler ve doktorları böylesine
‘gereksizce’ meşgul eden, böylece esasen bu hizmete ihtiyacı olanların önüne
geçen bu gruptaki kişilerin tedavi edilmesi, Osmanlı Devleti’nin toplumun
belirli kesimlerince iddia edildiği gibi şeriatla yönetilmediğini
göstermektedir.
Öte yandan parayla cinsel davranışı satın alan erkeklerin - ki bunların bir
kısmının subay ve memur olduğu hatırlanmalıdır - işgücünden düşmesi de devletin
hoşuna giden bir sonuç olmamıştır. Devletin fonksiyonelliğini sekteye uğratan,
bunun yanı sıra ordunun savaşma gücünü azaltan bu grubun ödüllendirilmesi pek
tabii ki beklenemezdi.
Diğer taraftan 19. yüzyılda devletin cinsel davranıştan beklentisi,
sağlıklı bir doğumla sonuçlanacak gebeliktir. Uluslararası bağlamda geçerli
olan bu beklentiyi sekteye uğratacak her türlü eylemin ise en hafif deyimiyle
cezalandırılmasını ise yine doğal karşılamak gerekmektedir.
Günlük hayatta argo olarak kullanılan ve zaman içerisinde anlam
genişlemesine uğrayan bazı kelimelerin etimolojik incelemesi de kitapta yapılmıştır.
Ermeniceden, Farsçadan, Arapçadan veya Fransızcadan geçen bazı kelimelerin kökenlerini
ve zamanda nasıl farklılaştığını görmek mümkün olacaktır. Metres, fuhuş,
manteno, sürtük, pezevenk, zampara, kazalı, sofralı, belalı, godoş, deyyus, vb.
terimlerin arka planlarının açıklandığı terminoloji kısmının yazıldığı bölümü
hayranlıkla okuduğumu belirtmeliyim. Özellikle bu terimlerin resmi yazışmalarda
ve edebi metinlerde nasıl ve ne bağlamlarda kullanıldığının örneklenmesinin ise
bu bölüme ayrı bir inandırıcılık kattığını da vurgulamalıyım.
Öte yandan kitabın esas olarak odaklandığı 1878-1922 döneminde İstanbul'da
yaşamış bazı önemli karakterlerin anlatıldığı bölümlerin mikro tarih
anlatımıyla titizlikle yapıldığının altının çizilmesi gerekmektedir. Gerek
genelev patroniçesi gerekse de bizatihi hayat kadını olan bu kişilerin hayat
hikayelerinin ibretlik olmasa da tarihi anekdot olarak yazılmasının önemli
olduğu düşüncesindeyim.
Sonuç
‘Osmanlı’da Cinselliğin Saklı Kıyısı’, hem rengi hem de ismiyle oldukça
iddialı bir kitaptır. Toplum arasında okurken belki başlığını ve kapağını
saklamak zorunda hissedeceğiniz bir tınısı bulunmaktadır. Ancak tamda bu
nedenle, toplumumuzda tabu olarak görülen bu konunun ‘normalleşmesi’ için,
ısrarla göstere göstere okunmalıdır. Günümüzde konuşurken bile birçoğumuzun
yüzünün kızardığı, kelimelerimize defalarca sansürler uyguladığımız
cinselliğin, belki yemek tarifi yapar gibi değil ama doktor muayenesini
anlatmak kadar olağan olduğunun hatırlatılması gerekmektedir.
Bu kitabın orijinal olarak tez halini görmemiş olmama rağmen genel okuyucu
için dostça yeniden biçimlendirildiğini görmek mümkündür. Kitabın tamamının
olmasa da en azından birkaç bölümünün mutlaka ilginizi çekeceğini düşünüyorum.
Bazı kısımlar ve tablolar okunmayı zorlaştırsa bile genel manada kitabın zaman
ayırmanıza değeceğine inanıyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder